Tren Burdan Geçmiyor Kapı Yayınları
Tren Burdan Geçmiyor Kapı Yayınları
Sevinç Çokum, Tren Burdan Geçmiyor’la yakın zamanların romanları dizisine belki bütün eserleri içerisindeki en farklı metnini ekliyor. Medya dünyasından, inandığı doğruları bırakmamak için direnen Nüzhet Fermanlı, yeni yetişen tutkulu genç gazeteci Aysan, varlığını kurallara sıkışmış toplumun bir yerlerinden çıkarmaya çalışan seramikçi kız Simay ve ‘abukizm’ felsefesinin temsilcisi sokak şairi Sonsuz…
Bu İstanbul romanında Çokum, önceki anlatım yöntemlerinin dışına çıkıyor, yaşadıklarından esinle değişen şehri ve hayatı kayıtlardan bağımsız, özgür bir dille ortaya koyuyor. Eski Anadolu Türkçesine gönderilen selamlar ve ironik unsurlar bir arada. Yer yer mizahla örülü anlatı incelikleri, iğneleyici, dokunduran ögelerse hem tok sözlü tespitlere zemin hazırlıyor hem de okumayı keyifli kılıyor.
"…Aysan daha sonra Kadıköy’de kilise çanlarına açık bir Ermeni evinde tek başına yaşamaya koyulmuştu. Bunları
bir çırpıda anlatmıştı; Anadolu yakasının ağaçlarının daha konuşur gibi olduğunu, ezan sesi kadar çan sesinin de İstanbul’a yaraştığını, en çok da kiliseden o civara yayılan org sesinin tutkunu olduğunu, anlatmıştı.”
Sevinç Çokum, Tren Burdan Geçmiyor’la yakın zamanların romanları dizisine belki bütün eserleri içerisindeki en farklı metnini ekliyor. Medya dünyasından, inandığı doğruları bırakmamak için direnen Nüzhet Fermanlı, yeni yetişen tutkulu genç gazeteci Aysan, varlığını kurallara sıkışmış toplumun bir yerlerinden çıkarmaya çalışan seramikçi kız Simay ve ‘abukizm’ felsefesinin temsilcisi sokak şairi Sonsuz…
Bu İstanbul romanında Çokum, önceki anlatım yöntemlerinin dışına çıkıyor, yaşadıklarından esinle değişen şehri ve hayatı kayıtlardan bağımsız, özgür bir dille ortaya koyuyor. Eski Anadolu Türkçesine gönderilen selamlar ve ironik unsurlar bir arada. Yer yer mizahla örülü anlatı incelikleri, iğneleyici, dokunduran ögelerse hem tok sözlü tespitlere zemin hazırlıyor hem de okumayı keyifli kılıyor.
"…Aysan daha sonra Kadıköy’de kilise çanlarına açık bir Ermeni evinde tek başına yaşamaya koyulmuştu. Bunları
bir çırpıda anlatmıştı; Anadolu yakasının ağaçlarının daha konuşur gibi olduğunu, ezan sesi kadar çan sesinin de İstanbul’a yaraştığını, en çok da kiliseden o civara yayılan org sesinin tutkunu olduğunu, anlatmıştı.”